Yeni bir güne uyanmayı, güneşin kokusunu içimde hissetmeyi, sabahın ilk demlerini, yeni başlangıçları severim.
İnsanları, bir arada olan insanların yarattığı hareket ve enerjiyi, denizi, maviyi ve yaşam telaşı içinde oradan oraya koştururken, içimde bir yerlere dokunan gerçek bakışları, doğal olan yüzleri, sesleri, gülümsemeleri ve çocukları severim.
Yeni yerleri severim ve yeni lezzetleri. Yeni lezzetleri bir araya getiren tüm öğeleri, tarifleri ve damakla kalpte haz uyandıran tüm lezzet özlerini çok severim.
Beni ben yapan hayattaki tüm yönlerim ve marka değeri yaratma üzerine büyümüş, derinleşmiş mesleğim her işin içinde bir ‘Öz’ bir ‘Anlam’ arayışına çeker ruhumu. Bu sebepten olacak stratejik pazarlama işiyle uğraşan ve iletişimin hayatın olmazsa olmaz anahtarı olduğuna inanan bir kişi olarak markaların yaratılma sürecinde akıllıca olduğu kadar, sihirli bir dokunuşun da varlığına inanırım.
Marka Özü, markanın DNA’sıdır. Onu dünyaya getirenlerle birlikte genlerinden gelen nice mirasları ve değerli nice tecrübeyi taşır damarlarında.
Doğmuş bir markayı büyütürken ya da yeni bir marka yaratmaya karar verirken en önemlisi markanızla ne yapacağınıza, markanızın hayata geliş amacının ne olduğuna içten gelen bir inançla karar vermenizdir.
Marka sadece bir logodan, bir etiketten ya da cazip bir ambalajın üzerine basılan çizimlerden, grafiklerden ibaret olamaz. Ona bir ürünle beden verirken, marka özü ve izleyeceğiniz strateji ile de bir ruh vermiş olursunuz.
Peki sizce nereden alınır, nerede bulunur bu ‘Marka Özü’? İnternette var mıdır? Çarşı Pazar arasam bulur muyum? Birilerine sorsam bana tarifini yazar mı? Bakkalda markette olmaz mı?
Ne vardır marka özünün formülünde? Gizli bir tarif midir? Her marka için aynı olur mu?
Pek çok soru gelebilir aklımıza. Marka özünü oluştururken ilk bakmanız gereken çekmece marka mirasıdır. Nerede doğmuş, onu kim yaratmış, ne için dünyaya gelmiş, doğduğu yerlerin markayı farklı kılan özellikleri var mı? Köklü bir aileden geliyorsa, aile eşrafı neler neler yaşamış, hangi yolları kat etmiş, iyi kötü yaşadığı tecrübelerin markada bıraktığı izler neler olmuş hepsine tek tek, özenle bakmak gerekir.
İnsanların kalbinde kendilerinden tatlar bulacakları bir hikaye yaratabildiysen değme keyfine. İşte şimdi hikayeni yaşatacağın ortamı anlama vaktin geldi. Nasıl bir ürünle, nasıl bir rekabet ortamında oynuyorsun? Yıldızlı oyuncular kimler? İrili ufaklı hangi markalar seninle birlikte aynı kitleye sesleniyor? Senden pay almak isteyenler var mı ya da dolaylı olduğu halde seninle benzer amaca hizmet edenler…Tüm bu gözlemleri yapıp, bir çırpıda söyleyebildiğin oyun sahası tanımı yapabildiysen doğru yoldasın. Aklında tutmam gereken bir püf noktası var, o da rekabet ortamını incelerken mutlaka bir rekabet avantajı önerebilmen. Senin markanda, tüketicinin hayatına değer katan farklı ne var? Bu bir ürün faydası olabileceği gibi sunulan hizmetle ilgili de olabilir. Belki bazen önemle vurguladığın bir duygusal faydadır, bazen de tam bir ihtiyacı bir fonksiyonel faydayı karşılıyordur.
Bir de şu açıdan ele alalım. Bilirsin ki biz pazarlamacılar bir problem çözmeden yapamayan insanlarız. Bu sebeple hem mesleğin gereği hem de rahat duramayacağın için markanın nasıl bir pazarlama problemi olduğunu bulmalı, hatta belki de sektörde çözülmesi beklenen bir probleme aday olmalısın. ‘Nasıl bir pazarlama problemini çözmek istiyorsun?’ sorusuna cevabın net olursa, gideceğin yolu, kullanacağın araçları ve çalışacağın takımı doğru seçmen de o kadar rahat olur.
Markana güveniyorsun, artık göz önüne çıkma zamanı geldi diyorsun. Gel gör ki pazarlama planı yaparken en çok düşünmen gereken, elindeki bütçeyi doğru bir iletişimle tüketiciye ulaştırmak, doğru mesajları vermek olacak. Sana kim ne dersen desin, hatta bazen iş hedefleri ve satış baskısı aklını çelse de sen sen ol, markanın hayata gelme amacını aklında tut. İletişimle kuracağın köprü sağlam ayaklara tutunsun. Ara taktiklerle tüketicinin zihnini de gönlünü de bulandırma. Unutma! Strateji – Süreklilik – Tutarlılık bu tarifte damak çatlatan tatlardır.
Yazım bu noktaya kadar biraz didaktik kokmuş olabilir. Sevgili okuyucu seni anlıyorum, peki tüketici bu işin neresinde? Onların istekleri, beklentileri önemli değil mi? Tüketici ve marka arasında bir etkileşim, bir bağlantı olmazsa tüm yazılan çizilenler ne işe yarar diye soruyorsun, duyar gibiyim. Haklısın.
Aslında ben ona tüketici demeyi de pek sevmiyorum. Sonuçta ürünleri alanlar İnsan, her biri kendi içinde kocaman bir dünya olan İnsanlar. Kimi genç, kimi yorgun, kimi anne-baba, bazıları mutluluk arıyor, bazıları huzur, zaman zaman da kendini göreceği bir ayna, bazen de statü arayışı için senin markanı tercih ediyor. Tüketici içgörünü belirlerken ilk vermen gereken karar nasıl bir hedef kitle için markanı konuşturacaksın? Bu karar sonrasında da belirlediğin kitlenin üründen ve markandan beklediği faydaları açık açık bulman gerekecek.
Bu işin içinde ürününle hangi ihtiyaçları karşıladığını bulmak kadar, ruhun ve kalbin duymak istediklerini bulmak da var. Fonksiyonel faydayı ürününle karşılarken, sadece bir ürün olarak kalmamak ve akla gelebilmek, yetmedi hafızada yer bulabilmek için fonksiyonel faydanla bütünleşen bir duygusal faydayı da keşfetmek markanı büyütürken hem sana hem işine çok iyi gelecek.
İşin mutfağını ve tarifin detaylarını verdiğimize göre sanırım sıra ustalıkla ve güler yüzle yapılması gereken servise geliyor. Artık masanı arzu ettiğin gibi hazırlayabilir, büyük şeflerin dediği gibi tabaklamaya geçebilirsin. Marka özünü kararında kullanıp, tarifi tutturduysan ortaya çıkan tat o güzel masada gözlerine baktığın herkesi mutlu etmeye yetecektir. Doğru bir strateji belirleyip, kısa ve orta vadeli planlarını aksiyona çevirmekten geri durma ve adımını atmaya başla. Planların, doğru bir iletişimle de birlikte markanı günden güne büyütecek ve onun da kendi ayakları üzerinde durmasına yardımcı olacaktır.
Peki şimdi bir ‘Marka Özü Nereden Alınır? Paylaşabileceğin bir tarif var mıdır söyler misin?
Her markanın kendi yolculuğu ve hikayesi olduğuna inandığımdan, sizdeki tarifleri dinlemek için şimdiden heyecanlanıyorum.
コメント